Sevdiğim sanatsal filmler 2- Like Water for Chocolate / Acı Çikolata

Son sayfalarını dün gece okuyup bitirdiğim ve büyülügerçekçilik akımının en güzel üç kitabından biri saydığım Meksikalı yazar Laura Esquivel’in Acı Çikolata romanından sonra, bu sabah da bu romanın beyaz perdeye uyarlanmış aynı adlı filmini izlemek istedim. İsteğim de azbuz değildi. Çünkü kitaptaki büyülügerçekçilik motifleri filme de aktarılabilmiş miydi? Kitabın taşıdığı edebi değer, filme de geçmiş miydi, ortaya sanatsal bir film çıkabilmiş miydi? Çok merak ediyordum. Kitapta okuduğum her şey zihnimde taptaze iken filmini de izleyip karşılaştırmamı daha net yapmalıydım. Üstelik filmde de kitapta da, “mutfak”, “mutfakta yemek hazırlama”, “pişirme”, “sofra” gibi tematik ögeler de vardı ki, bu yönüyle de izleme isteğimi artırdı. Neyse ki bu sabah internette bulabildim ve hemen izledim. Bulamasaydım gerçekten üzülecektim.

Bu filmi izleme sebeplerimden en kuvvetlisi yukarıda da değindiğim gibi en güzel saydığım üç büyülügerçekçilik romandan birinin uyarlaması olması. (Bu ara büyülügerçekçilik tarzında yazılmış kitaplar okuyorum ve bu tekniğin dünya edebiyatına ve kendi edebiyatımıza hangi yazarları kazandırdığını, bu yazarların bu tekniği yapıtlarında nasıl kullandığını inceliyor ve irdeliyorum. Yani bir süredir büyülügerçekçilik akımının içinde derin okumalardayım.)

Edebiyatta fantastik kurguları severim. Terabithia Köprüsü, Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi onlardan bir kaçı… Bu filmlerde belirgin bir gerçeküstülük var. Yani her şey hayal ürünü… Büyülügerçekçilikte ise film (ya da kitap) gerçek bir atmosferde ilerlerken bir an olması mümkün olmayan bir şey oluyor ve bu şey o gerçekçi atmosferde izleyiciye (ya da okura) hiç de saçma ve hayal ürünü gelmiyor. Adı üstünde; gerçeği büyülü (sihirli) hale getirme sanatı. Fantastik yapıtlarda bütünsel veya parçalı bir gerçekdışılık var iken, büyülügerçekçi yapıtlarda gerçekmiş gibi görünen, gerçek hissi veren, gerçekliğini sorgulatma gereği hissettirmeyen ögeler, motifler var. Bununla da kalmıyor, büyülügerçekçi anlatım, yer yer mitlerden, masallardan, efsanelerden, kemikleşmiş gelenek göreneklerden, doğaüstü varlıklardan, olaylardan yararlanıyor. Ama hiç bir zaman gerçekliği bu detayların arkasına saklamıyor. Olaylar sıradışı olsa da karakterler hep ve daima gerçek bir dünyanın üzerindeler. Sıradan insanlar ve sıradan yaşamlar…

Acı Çikolata filminde de böyle… Film hali vakti yerinde olan De La Garza ailesinin çiftlikteki sıradan ve geleneksel yaşamını konu alıyor. Anne despot ve fazlasıyla gelenekçi bir anne. Üç tane kızı oluyor. Rosaura, Gertrudis ve Tita. En küçük kız olan Tita filmin ana karakteri. Zavallı kız ablaları kadar şanslı değil. Çünkü annesinin eski bir Meksika geleneği olan “en küçük kız hiç evlenmeyecek ve ölünceye dek annesine bakacak” kuralıyla yaşamak zorunda. Ama güzeller güzeli Tita’yı çok seven Pedro adında bir genç var. Tita da onu çok seviyor. Lakin kavuşmaları imkansız.

Pedro’nun enteresan planı ile birbirlerine yakın olabilecekler neyse ki! Pedro sevdiği kıza yakın olabilmek için ablası ile evlenmeyi seçiyor. Abla da “bu çocuk benim kızkardeşimin sevgilisi, onunla evlenmemeliyim, kardeşim üzülür sonra” demeyip Pedro’yla evleniyor. Olaylar da bundan sonra gelişiyor.

İzleyicinin içinde pek çok duyguyu harekete geçirecek, etkileyici bir film. Elena Anne, üç kızı ve damat Pedro dışında filme renk katan başka yan karakterler de var. Hepsi de alt metinde birilerini, bir şeyleri sembolize ediyor. Doktor karakterini çok sevdim mesela. Sevgiyi, anlayışı, güvenilirliği sembolize ediyor. Hayatı için acıdığımız karakter için önümüze kurtarıcı bir seçenek koyuyor.

Doktor John Brown, “Selvi Boylum, Al yazmalım” filmindeki Cemşit karakterini hatırlattı bana. Mutfakta çalışan kadınların rolleri de eski yeşilçam filmlerindeki sahnelere benzer gibi. Bu yüzden sıcacık bir film. Ancak bazı sahneler müstehcen. Bu müstehcenlik seks ya da porno amaçlı görülürse filme haksızlık etmiş oluruz. Çünkü her açık seçik sahnenin bir amacı var. Böylesi sahneler bir metafor, sembol, ima ya da gönderme amaçlı yerleştirilmiş kurguya. Çünkü sonuçta sanatsal bir film.

Gelelim sanatsal kaygı güden bu filme büyülügerçekçilik ögeleri nasıl yedirilmiş?

En başta Tita’nın dünyaya geliş sahnesi var. Tita dünyaya erken geliyor, hem de mutfakta…Doğranmış soğan kokuları içinde… Öyle ki bu koku yenidoğan bebeğin gözlerini yakıyor ve bebek öyle bir ağlıyor ki yerleri su basıyor. Bu sular kuruyunca bir dolu tuz çıkıyor ortaya. Aylarca bu tuzu kullanıyorlar, tuz almalarına gerek kalmıyor. 🙂 (Düşününce ne komik değil mi? Ama kitap da, film de bunu son derece gerçekçi bir atmosferde veriyor. Gerçekliğini sorgulatmayacak kadar gerçekçi bir üslupla… )

Bir süre sonra Tita’nın babası ölüyor ve annesi sütten kesilince çiftliğin yemeklerini yapan Nancha adındaki aşçı kadın birbirinden lezzetli çayları ile beslemek ve büyütmek üzere, bebek Tita’yı mutfağına alıyor. Bebek Tita da yemek kokuları arasında bu mutfakta büyüyor. Büyüyünce de Pedro’ya aşık oluyor. Pedro da ona yakın olmak için en büyük ablası Rosaura ile evleniyor.

Mutfakta büyüyen Tita yemek hazırlama ve pişirme konusunda son derece yetenekli. Yeni evlenecek çiftin düğün pastasının yapımı Tita’ya veriliyor. Tita, sevdiği çocuk ablası ile evleneceği için öyle üzgün ki pastayı yaparken hüznünü ve gözyaşlarını da bu pastanın içine katıyor. Büyülügerçekçi sahnemiz de bundan sonra başlıyor.

O pastayı yiyen düğüne gelmiş tüm konuklar pastanın içine sinen tüm hüzünlü, acı dolu duyguları yaşıyorlar ve topluca ağlamaya, hüzünlenmeye başlıyorlar. Aynı anda zehirlendiklerini düşünerek yediklerini çıkarmak için kimileri banyoya, çoğunluğu da dere kenarına koşuyorlar. 🙂 (Son derece gerçek dışı bir durum ama bu sıradan çiftlik yaşamında hiç de iğreti durmuyor. Oldukça gerçekçi. )

Tita çok mutsuz. Geceleri sabaha kadar örgü örüyor. Örgü bir battaniye… Ve öyle uzun öyle büyük bir battaniye ki, bir gün atlı arabaya binip çiftlikten ayrılırken sırtına aldığında araba uzaklara, çok uzaklara gitmesine rağmen battaniyenin sonu gelmiyor. (Normalde bu kadar uzun bir battaniye olabilir mi, kuyruklu gelinlikler gibi bir battaniyenin bu kadar uzun kuyruğu olabilir mi? Bu filmde oluyor işte. Ve hiç de göze tuhaf gelmiyor. 🙂 ) (Öte yandan bu battaniye sonsuzluğa bir gönderme mi?)

Kitap 12 bölümden oluşuyor. Her bölümde bir yemek tarifi var ve olaylar o tarifler üzerinden gelişiyor. Filmde ise 12 tarifin tamamının üzerinde durulmamış. Filme anlam katacak sadece bir kaç yemek sahnesi kullanılmış. Bunlardan biri de Pedro’nun bir bahane ile Tita’ya getirdiği bir demet gül ve Tita’nın bu gülleri et yemeğinin yanında garnitür olarak kullanıp çiftlik halkına yedirdiği sahne. Pedro bu gülleri çok yoğun olan aşk ve şehvet duyguları içinde alıyor ve Tita’ya hediye ediyor. Tıpkı düğün pastasında olduğu gibi… bu kez aşk ve şehvet duyguları da bu yemek ile yiyenlerin ruhuna geçiyor. Masadakiler değişim gösteriyorlar hemen. Aşk ve şehvet duyguları ile doluyorlar, bazıları bastırabilse de bazıları üstesinden gelemiyor ve duygu seline kapılıyor. En fazla da bekar olan abla Gertrudis. Kendini banyoya atıyor. Duyguları öyle yoğun ki ahşap banyo cayır cayır yanıyor. 🙂 Bununla bitmiyor, daha önce yolda Pancho Villa’nın atlı, silahlı askerlerinden birinin (Yüzbaşı Juan) yanına doğru çıplak halde koşup gidiyor. Adamı bulduğunda şehvetle atın üstüne binip adama sarılıyor. 🙂 (hayli komik, saçma bir sahne ama filmin gerçekçi akışında hiç de tuhaf gelmiyor. 🙂 ) (Laura Esquivel bu sahneyi kitabında şu cümlelerle anlatmış: “Vücudunun tam ortasında hissettiği gıdıklanma, sandalyede doğru dürüst oturmasına izin vermiyordu. Aynı anda, Pancho Villa’nın askerlerinden yüzbaşı Juan’ın ona sımsıkı sarıldığını, bu durumda bir atın sırtında doludizgin gitmekte olduğunu hayal etmeye başladı” … Yani aslında kitaptaki bu satırlara bakacak olursak bu bir rüya gibi… Ama bu durum kitapta da, filmde de bir gerçeklik etkisi yaratıyor. İlerleyen sahnelerde Gertrudis’in evden kaçıp gitmiş olması bu gerçekliği daha da pekiştiriyor. Buradaki büyülügerçekçilik, gerçekle gerçekdışının iç içe olduğu hayli başarılı bir kurmaca örneği.) (Bu sahnenin bir benzeri finalde de var 🙂 )

Sonra bir dolu olay oluyor. Anne ölüyor. Ama bu kez annenin ruhu Tita’yı rahat bırakmıyor. Tıpkı Masumlar Apartmanı’nın gaddar annesinin Safiye’ye yaptığı gibi gidip gelip Tita’yı yargılıyor. (Bu da gerçek dışı bir durum ama filmde hiç de sırıtmıyor. )

Ablasının Pedro’dan olan bebeği annesini değil Tita’yı emiyor. Tita’nın göğsünden tıpkı lohusa bir kadın gibi süt geliyor ve bebek karnını bu sütle doyuruyor. Bu bebek de annesi tarafından tıpkı teyzesinin maruz bırakıldığı gibi “evlenmeyip ölünceye dek anneye bakma” görevine aday görülüyor. (Tita’nın sütü belli ki annelik duygularının güçlülüğünden ileri geliyor. )

Tita için mutfak yaşamın ta kendisi. Orada, o yemek hazırlama ve yapma süreçlerinde kendi yaşamındaki şeyleri de düşünme, hissetme, sorgulama ve karar alma gibi fırsatlar buluyor. Filmin son sahnelerinden biri de bu minvalde ilerliyor. Hayatının kalanına bundan böyle büyük aşkı Pedro ile mi devam edecek, onu çok seven, koruyan, kollayan, hasta olduğunda canı gibi bakan doktor John’u mu seçecek. Tıpkı Asya’nın İlyas’a karşı Cemşit’i seçip seçmeme meselesi gibi… Benim gönlüm seçmesinden yana oldu. Filmin sonunu söylemeyeceğim için, bu konudaki sözlerimi de burada bitireyim.

Film baştan sona sanatsal ögeler barındıran bir film. Sıradan bir yemek temalı film ya da geleneksel bir çiftlik yaşamı gözüyle bakarsak filme hakkını verememiş oluruz. Yemek yapma ile simyacılık iç içe… Ayrıca doktorun aztek kökenli büyük annesinden öğrendiği karışımlar, iksirler var. Zamanla Pedro’yla evlenen ablada şişkinlik ve gaz sorunu oluşuyor. Bu da Tita’nın yaptığı yemeklere içinin şişkinliğini, çözümleyemediği meseleleri de kattığının bir göstergesi. Aynı zamanda Rosaura’nın da Pedro tarafından sevilmemiş olmasının artık dış yüzüne yansımakta olduğuna bir vurgu… Dolayısıyla filme değer görülen her şey arka planda bir şeylere işaret ediyor. Bunların dışında olayların yaşandığı 1910 yılı Meksika İhtilalinin yaşandığı yıllar. Değişim ve dönüşümün kanla-zorbalıkla gerçekleştirildiğini de görüyoruz. Finalde 1934 yılına gidiliyor. İhtilalin etkileri buradaki sahnelerde de görülüyor. Ancak enikonu uzun uzun anlatmak yerine, olayların arasına kısa kısa sahneler yerleştirerek arka planındaki katmanların arasına bir katman da buradan katmış. Değişen dans ve müzik tarzları, giyim kuşam gibi… Ayrıca karakterlerin iç dünyaları üzerinden psikolojik çözümlemelere elverişli pek çok detay var. Aynı zamanda geleneksel Meksika toplumunu gözler önüne sererken toplumsal anlamda pek çok şeyi de sorgulatıyor. Büyülügerçekçiliğinin yanı sıra başka başka anlamlara kapı aralıyor. Küçücük kibrit çöplerinin bile kocaman kocaman anlamları var. Edebi romanları sevenlere kitabını, sanatsal filmleri sevenlere de filmini şiddetle öneririm. Edebiyat da, sinema da, diğer sanat dalları da artık postmodern anlatımları önceliyorlar. Okuru/izleyiciyi aralarına alıp yapıtı birlikte tamamlamayı, anlamlandırmayı hedefliyorlar. Yazarın her şeyi kendisinin tek tek anlattığı kitapların devri çoktan kapandı. Filmler de bu yönde hayli yol aldı. Yine de bunca kitap ve film bolluğunda nitelikli yapıtlar bulmak o kadar da kolay değil. Çünkü düşündüren-sorgulatan değil, güldüren, ağlatan filmler daha çok seviliyor. Güzel bir sanatsal filme rastgelmişken içimde kalmasın blogumda da olsun istedim. Ve eminim burada dile gelmeyen pek çok şeyi sizler de okuyup izledikten sonra bulacak, üstüne çok çok düşüneceksiniz.

Okuyacak ve izleyecek olanlara şimdiden keyifli okumalar ve izlemeler!

Bu yazı sevdiğim filmler içinde yayınlandı ve , , , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

6 Responses to Sevdiğim sanatsal filmler 2- Like Water for Chocolate / Acı Çikolata

  1. zeynep (mavilale) dedi ki:

    merak ettim. hele o bitmeyen battaniye imgesi bayağ dikkatimi çekti

  2. rusyena dedi ki:

    Sahne bitinceye dek atlı araba gidiyor, battaniyenin kuyruğu da uzayıp devam ediyor… 🙂 bazı sahneleri atlatman gerekebilir… ben çocukken yaptığım gibi kafamı başka tarafa çevirdim. :)))

  3. zeynep (mavilale) dedi ki:

    yüzümü ellerimle kapatsam da olur sanki :))

  4. rusyena dedi ki:

    ben bazen başımı çevirdim. :)))

  5. Geri bildirim: Aralık 2020 – Aydöküm | ruşyena

  6. Geri bildirim: Kasım – Aralık 2022 – Aydöküm | ruşyena

Yorum bırakın