Yollarda -7 (Huzurun, sükunetin adı… Ilıksu Askeri Kampı)

Ve 31 Mayıs sabahı bir dolu eşyayı otomobilimize doldurup yola koyulduk. Hazırlanma aşamasını son iki akşama bıraktığımı yazmıştım, aynen öyle oldu.. ama ne eşya!.. bir dolu giysi, bir dolu ayakkabı, elektronik bir dolu şeyler, ona lazım olur-buna lazım olurlar… aman bunu da unutmayalımlar… Ve fakat yine de bir şey unutmuşum… Diş fırçamı !… Son sabah bir kez daha dişimi fırçalayıp öyle alayım derken çantasına atmayı unutmuşum… Önemli bir kayıp da olmadı zaten, gider gitmez kampın kantininden satın alıp eksiğimi kapattım. Bu arada, kantin diyorum ama kampta büfe var, şarküteri var ama kantin adında bir yer yok… kantinde satılması gereken şeyler şarküteriye konulmuş… Şarküteriden diş fırçası aldığımı yazsaydım ne komik olurdu… Şarküteri ismini görüp içeri girmeden fellik fellik kantin arayıp sonunda diş fırçasının şarküteride olduğunu öğrenmek de benim için komik oldu. Eşyalara gelirsek.. iki bluz, iki şort, iki ayakkabı, iki elbise koca tatil benim gibi detaycı birine yetti de arttı. Umarım bu son deneyim derse dönüşür. Öncekiler bugüne dek pek dönüşmedi.

Ne diyordum… Otomobilimize atlayıp yola koyulduk… Kaz dağlarından sonraki yola bayılıyorum… doğayla başbaşa olduğumuz her yer  buram buram kekik kokuyor… bu koku geçen yıl Marmaris’e giderken Manisa Soma taraflarında tavan yapıp mis mis içimize dolmuştu, nasıl mest olmuştuk. Ama İzmir’e girince o nasıl ters köşe olmalar… epey bir zaman camları kapatıp burnumuzu kullanmamaya gayret ederek geçtik şehri… Güzelbahçe nispeten… de Urla’ya bayıldım. Sakin, dingin, alabildiğine yeşil… tam benlik!

Nitekim o mis koku Urla’dan sonra yine havadaydı. Kekik kokuları eşliğinde Özbek Köyü’ne ulaştık. Varış noktamız olan Ilıksu Askeri Kampı bu köye bağlı.

DSC_7276b

İçerilere doğru derinlemesine uzanmış bir koy… Ve bu koyun kıyıları ile etrafındaki dağlık alanın aşağılarına konuşlandırılmış, sessiz sakin bir tatil köyü…Dağlık bölge oldukça kayalık… Tesislerin kurulduğu alanlar düzleştirilmiş, yükseklere çıkmak için merdivenler ve rampa yollar inşa edilmiş. Her taraf alabildiğine yeşil… Tesislerin arasında en çok palmiyeler, çam ağaçları, zakkumlar ve aşılanmamış yabani zeytin ağaçları var. Yukarılar tamamen makilik… Koy’un üç tarafı  böyle yemyeşil olunca, deniz bazı vakitler pırıl pırıl turkuaz rengi. O vakit seyrine doyum olmuyor.

DSC_7136b

Denize giriş saatlerimizi sabahları 10.00 öncesi, öğleden sonraları da 16.00 sonrasına ayarlayınca kampta kaldığımız vakitler en çok özlediğim şeyle, “oturup seyretmek”le geçti.

DSC_7504b

Gökyüzü Türk ve yabancı uçakların geçiş rotasıydı ve çok fazla uçak gelip geçiyordu, arkalarında köpüklü beyaz çizgiler bırakan uçakları seyretmek müthiş keyifliydi.  Bazen iki uçak karşı karşıya gelecekmiş gibi oluyor, birbirlerine yaklaşınca biri diğerinden daha uzağa kayıp aniden ayrı rotalarda ilerliyorlardı…  o ayrımı görmeden başımı aşağıya indirmemem gerekiyordu. İçimdeki meraklı çocuk(!) görsün istiyordu. 🙂

ıs 1

Bulutların gökyüzünde çizip çizip durdukları desenlere ne demeliydi! Salıncakta usul usul sallanırken, aklını yalnızca bir tanecik buluta takıp dünyanın tüm telaşelerinden sıyrılmak, an’ın biricikliğinde kaybolmak ve yaşamın sırrına kavuşmak.. tatilin belki de en özel, en keyifli anlarıydı.

DSC_7291b

DSC_7299b

Artık yaşlanıyorum… Ve tatil kavramının içini en çok da huzur, sükunet, dinlenmek, yenilenmek, an’ı hissetmek, keyif almak, mutlu olmak gibi şeylerle doldurmak istiyorum. O yüzden bir martının peşine takılıp dakikalarımı ona bakarak geçirebilir, içimi huzurla ve mutlulukla doldurabilirim. Oysa 15 yıl önce Diyarbakır’da gördüğüm çekirge istilasından sonra, en fazla çekirgeyi bu kampta buldum. Öyle içli dışlı olduk ki, sabahları salatalık ve kavunla besliyor, çekirgeleri evcilleştirme yolunda hızla ilerliyorduk, derken kamp bitti. 🙂 Bir dolu başka başka uçan böcek de vardı. Cırcır böcekleri geceleri de gündüzleri de hiç susmadı. Aynı arı tarafından sırtımda, iki yerimden sokuldum. Olurdu böyle şeyler… takılınmamalıydı!.. Deniz muhteşemdi bir kez… Kampa adını veren o ılık su akıntısı yok mu… kaynağında nasıl da sıcacıktı… yıllardan beri  gelenlerin anlattıklarına göre  mineralleriyle nasıl onarıcı, nasıl şifa kaynağıydı.

DSC_8163b

1932 yılında Vanlı bir yüzbaşı keşfetmiş ilkin… Sağlık problemleri olan kızına şifa olunca bu kaynak koruma altına alınmış. Kümbetin ve kaynağın en eski keşfi ise Cenevizlilere kadar gidiyor. Kaplıca öyle büyük bir kaynaktan besleniyor olmalı ki, o zamanlardan beri gürül gürül akarak şifa dağıtmaya devam ediyor. Denize akan doğal kaynakların oluşturduğu doğal havuzların dışında, kişiye-aileye özel termal havuzlu odalar da var.

DSC_7366b

Bu güzelliğinin yanı sıra apayrı bir güzelliği daha var, ki ben en çok ona hayran kaldım. Denizin dibi incecik kum ve kendisi de kocaman bir akvaryum gibi… Hayatımda ilk kez böyle bir güzellik yaşadım; yüzerken envai çeşit balıkla birlikte yüzüyorsun. Renk renk, çeşit çeşit balık sürüleri… Cam gibi bir su.. ve güneş ışıklarının kırılarak incecik kumda yaptığı danslar eşliğinde balıkların resmi geçidi… dalarak seyretmeye hiç gerek yok… suyun berraklığı ile her şey net ve capcanlı.

DSC_8216c

 

Kampın en güzel şeylerinden biri de yükseklere çıkıp karşıki dağların arasından güneşin batışını seyretmekti, ancak an’ın büyüsüne her defasında öyle bir kapılmışız ki, unutmuşuz ölümsüzleştirmeyi.

ıs 2

Yapay mimarinin süslediği doğal şelaleleri de söylemeden geçmeyeyim. Bu kadar çok betonla emek sarfedilip mimari bir şekil verilmek istenmiş belli ki, ama doğal dokunun tamamen yok oluşu ile ortaya çıkan bu yapay görüntü hiç sarmadı beni… Yine de suların şekilden şekle girip yükseklerden dökülüşlerini seyretmek ve o çağıltıyı dinlemek pek keyifli, pek eğlenceliydi.

DSC_8015b

DSC_8070b

İlk kez gideceğim yerlerin öncesinde mutlaka google da bir ön araştırma yapıyorum. Ne ki, bilmem gereken bir şey, bir yer varsa gitmişken kaçırmayayım… Ilıksu Askeri Kampı için çok fazla bilgiye ulaşamadım. Gezi postlarımı her ne kadar rehberlik amaçlı değil de hissiyat üzerine inşa etmek istesem de, Bu postu google da bulup başka bilgiler edinmek isteyenler için de yararlanılacak kısa bir kaynak olarak ele almak istedim. Dolayısıyla bundan sonra yazacaklarım kamp düzeni ve hizmetleri ile ilgili.. dileyen okumasını burada bitirebilir.
DSC_7095.JPGc

Moteller koy’un her iki tarafında yukarılara inşa edilmiş. Üç adet taraça şeklinde sokak mevcut. Motellere gitmek için iki yol var. Ya merdivenleri tek tek çıkıp özellikle moteliniz ikinci, üçüncü taraçada ise epeyce bir efor sarfetmeniz gerek… ya da girişteki şarküteri önünden üstü açık ring servisleri kalkıyor, onlara binerek  yorulmadan, bakınarak gitmeniz mümkün. İkinci daha kolay olmasına rağmen plajdan şarküterinin önüne kadar yürüyüp zaman kaybetmemek adına, biz hep lahmacun-pide salonunun önündeki merdivenleri kullandık.

DSC_7381b

Motelde kalanlara tahsis edilmiş numaralı şezlongların dışında, günübirlik gelenler için bolca şezlong var. Bazılarının şemsiyeleri ve tenteleri olmasına rağmen bazılarının üstü açık. Erken gelenler güzel yerleri kapıyor.

DSC_7412b

Kampta tenis kortu, basketbol ve voleybol sahası, fitness aletleri mevcut. Ama kaldığımız süre içinde kullanıldıklarını hiç görmedik. Kantinde satılabilecek şeyler şarküteri adı altındaki mini marketimsi yerde satılıyor. Gazete ve tekel ürünlerinin satıldığı ayrıca küçük bir büfe var. O büfenin yanında piknik alanında kendin pişir-kendin ye için et vb. satışı yapılmakta. Piknik alanı oldukça geniş, masalar az değil. Giysi satışının yapıldığı kapsamlı bir satış bölümü daha var. Giysilerin bedenleri büyük olduğu için kendime pek bir şey bulamasam da (yurt dışına ithal ettikleri için bedenler Türk standartlarının üstünde imiş) kilolu hanımlar için çok hoş elbiseler var. Tatil kamplarının olmazsa olmazı revir mevcut. Revirdeki görevli doktor ve sağlıkçı askerler çok ilgililer. Plaja ulaşan alanın ortasında çocuklar için oyun parkı var. Parkın yanlarına ahşaptan oturma yerleri yapılmış. Hem çocuklarını bekleyen aileler için, hem de gidip gelenlerin soluklanıp dinlenmesi için iyi düşünülmüş.. aradaki minik havuzun hoşluğu da seyrederek sessizliği dinlemek adına ayrı bir güzellik. Az ilerideki sahil büfede yalnızca içecek satışı mevcut. Sol tarafında ise ahşaptan yapılmış küçük satış noktaları var. Biri midye dolma ve haşlanmış mısır satıyor. Diğeri kokoreç, sucuk ekmek vb. Bir diğeri waffle. Öteki de dondurma. Ayrıca döner, hamburger gibi çabuk tüketilecek yiyeceklerin olduğu fast food salonu ve pide-lahmacun salonu var. Pide ve lahmacunları çok yere göre güzel ve lezzetli. Izgara türü akşam yemekleri için ala-kart salonu ve sulu yemekler için seç-al salonu var. Seç-al’daki cacığa bayıldım. Sabah kahvaltıları ala-kart salonunda yapılıyor. Ala-Kartın aşağısında bar, üst taraflarında ise kamelyalardan oluşan çay bahçesi var. Kampın en esintili yerleri Seç-al ın olduğu tepe ve bu çay bahçesinin olduğu alan. Tam karşıda (koy’un diğer tarafında) ikinci bir çay bahçesi daha var. Her ikisinde çay dışında kahve de bulmak mümkün. Ama Ala-kart tarafındaki çay bahçesinde su isterseniz, yok. Fast-food salonunun yan tarafı pastaneye ayrılmış. Sütlü tatlıları nefis… özellikle sütlaçları bir harika…
DSC_7240b

Diğer Askeri kamplara kıyasla eksik bulduğum şeylerin başında internet cafe’sinin olmayışı geliyor. Telefonlardaki internet de çok sıkıntılı olunca.. (belli yerlerde, özellikle yükseklerde yalnızca 1veya 2  birim çekiyor, çoğu zaman textleri okumak mümkün olsa da resimleri-videoları açıp göremedik.) internetten azade bir tatil söz konusu idi… Bence iyiydi… Bol bol dış dünyayı gözlemledik ve bol bol sohbet ettik. Çamaşırlar için yıkama hizmeti mevcut değil. Dutun üzerine oturup çok sevdiğim şortumu leke yaptıktan sonra can havliyle çamaşır yıkamaya girişince, elde yıkama işini hobi haline getirip sık sık çamaşır yıkar oldum. 2-3 saat içinde de kuruyorlardı zaten, en sevdiğim şeyleri daha sık giyindim. Çoğu kıyafetimi boşuna götürmüşüm. Her motele 6 adet mandal bırakılmış. Havlular, mayolar, çamaşırlar derken yeterli olamayacağı için –daha önceki yıllardan tecrübeyle- kendi mandallarımı götürmekle önemli bir ihtiyacı karşılamış oldum. Zira bazen kuvvetli rüzgarla çamaşırların uçması ya da altındaki bahçenin içine düşüp toprak olması mümkün. Aman mandallarınızı unutmayın, derim. Kamp alanı engebeli olduğu için bisiklet, scooter  ve ginger gibi araçları kiralayan yerler yok. Doğayla içiçe tatil köylerinde tatil demek benim için bisikletle gezinerek seyretmek demek de olunca bazı zamanlarda kendimi daracık bir alana sıkışmış hissetmedim değil. Neyse ki bazen kendi otomobilimizle, bazen de katıldığımız turlarla uzaklara gidip gezip-görme ihtiyacımızı fazlasıyla karşıladık. Yine de Kumbağ’da, Marmaris’de olduğu gibi bisikletle turlamayı çok isterdim.
DSC_7462b

Son gece, her kampın klasiği olan kamp ateşi yine yandı ve canlı müzik eşliğinde kurtlarımızı döktük… bu eğlencenin organizasyonu ehil ellere bırakılmış, dolayısıyla ortaya profesyonelce bir etkinlik çıktı. Bu samimiyet ve coşku konuklara da yansıdı. Çok kişi gerçekten eğlendi. Kendi adıma ben de çok eğlendim.

 DSC_8663b

Gençler için bilemem ama belli bir yaşın üstünde olup, bir tatil köyünden huzur, sükunet, dinginlik bekleyen (asker aileleri için) güzel yer Ilıksu. Biz en çok Marmaris-Aksaz Kampı’nı seviyorduk, Ilıksu’yu da onun kadar çok sevdik.

 

Dip not: İnsanlar arasındaki sınıfsal ayrımlara karşıyım… Son yıllarda orduevlerinde ve askeri ortamlarda görüntüye dayalı şekilsel ayrımlar kalktı, bu konudaki ayrımcılık yok edildi. Bunu önemsiyorum. Dilerim gelecekte asker-sivil konusunda da bir eşitlik yaratılır ve herkes her yerden eşit yararlanma hakkına sahip olur. Bu postu hazırlarken en çok da bunun rahatsızlığını duydum.
Bu yazı yollarda içinde yayınlandı ve , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

16 Responses to Yollarda -7 (Huzurun, sükunetin adı… Ilıksu Askeri Kampı)

  1. mehtap dedi ki:

    Annemlerde gitmiş doğal güzelliğine hayran kalmıştı.Lakin tesisin eski olduğunu anlattılar.Zaten çoğu kampın tesisleri yıllar yıllardır hep aynıdır. Öyle çeşit çeşit yemek olmaz, olanlar idare eder seviyedir. Bunun gibi pek çok eksik ,yetersiz şey vardır.Ama yinede hep bir göz önündedir.Asker aileleri için olan bu tip yerlere artık sivillerde girebiliyor.Bu güzel tabii. Sivil kurumlara ait çoğu askeriyeninkinden daha güzel kamp ya da dinlenme tesisinine de herkes giremiyor.Yani bu ayrımcılık hemen her kurumda var. Dolayısıyla dediğiniz gibi keşke herkes herşeyden adil bir şekilde yararlansa. İyi bayramlar.

  2. rusyena dedi ki:

    Önceki yıllara göre bu yıl ilave tesisler ve düzenlemeler/iyileştirmeler yapıldığını söyledi müdavimleri… bizim kaldığımız dönem ilk dönem ve ramazan olduğu için yemeklerdeki çeşitliliğin azlığını ona bağladık. yine de benim gibi seçici biri için mevcut olanlar yetti, aç kalmadım…böyle yerlerde (ki fiyatlar çok makul) lüks aramıyoruz, olanlarla yetinmek ve keyif almak gibi bir niyetle gidince bizi hoşnut eden çok şey buluyoruz. bildiğim kadarıyla asker aileleri eşliğinde sivil misafirler girebiliyor… adil olan herkesin her yerden eşit yararlanması… ama hiç de ütopik değil… gelecekte olur dilerim… size de iyi bayramlar… çok çok sevgiler…

  3. neslice tarifler dedi ki:

    Merhaba, öncelikle böyle güzel bir paylaşım yaptığınız için size teşekkür ediyorum. Googleda arama yaparken yazınızı bulanlardanım. Bu yaz Seferihisar/Urla/Sığacık taraflarına gitmeyi düşünüyoruz. Ben asker kızı ve kardeşiyim. O yüzden askeri kamplar çocukluğumdan beri aşina olduğum yerler. Çocukken sıkıldığım (belki de burun kıvırdığım) yerler evlenip de sivil hayata geçince mumla arar olduğum yerler oldu. Çünkü en lüks tatil köyüne de gitseniz, herşey dahil beş yıldızlı otelde de kalsanız askeri kampların düzenini, konforunu, güvenliğini arar oluyorsunuz. O yüzden biz de eşimle birlikte mümkün olduğu kadar askeri kamplara yakın yerlerde konaklamaya gayret ediyoruz. (Tatil ücretlerinin son zamanlardaki fiyatları da cabası)
    4 yaşında bir kızım olduğu için sığ deniz en çok tercih ettiğim husus. Size sormak istediğim şu, acaba Ilıksı Askeri Kampın yakınlarında uygun fiyatlı apart otel/motel/pansiyon tarzı yerler var mıydı? Hiç dikkatinizi çekti mi?
    Not: Herkesin her yerden yararlanma düşüncenize biraz karşıyım. Hayatı boyunca silah altında çalışan insanlar ve aileleri ile daha güvenli bir hayat süren insanlar arasında bir fark olmalı diye düşünüyorum. Kaldı ki askeri tesislerin özelleştiği bölümlerde kalitenin ne kadar düştüğünü de görmüşsünüzdür.
    Sevgiler, selamlar..

  4. rusyena dedi ki:

    Merhaba, kamp alanı izole bir koyda bulunduğu için en yakını sayılabilecek yerlerde (ki çok da yakın değiller) yazlıklar var… ancak aracınızla gidip gelmek isterseniz Özbek köyünde ve Urla’da oteller, pansiyonlar mevcut… airbnb den günlük ev kiralamanız da mümkün…kampa en yakın köy Özbek köyü… araştırmalarınızı bu yönde yapabilirsiniz… Öte yandan asker kızı olduğunuz için askeri hiyerarşiyi içinden yaşamış ve görmüş olduğunuzu düşünüyorum… vaktiyle pek çok askeri kamp, kendi personeli olan askerler ve aileleri için dahi tel örgülerle ayrılmış, düşük rütbelilere yasaklanmış ya da kıyı köşe, yetersiz alanlar bırakılmıştı. Kendi içindeki ayrımcılığı dahi düzeltmemekte ısrar eden ilgililer, anayasanın ve evrensel insanlık tanımının değer ve yargıları karşısında pes etmek zorunda kaldılar. Bugün şekilcilik gibi pespaye bir ayrım ögesi yerle bir oldu, rütbelerin değil hizmet ediyor oluşun anlamı ve önemi daha büyük… İnsan haklarına göre herkesin eşit ve özgür olduğuna inanan bir yürekle yaşıyorsak düzeltmelerin ve iyileştirmelerin bu eksende yapılıp gerçekleştirilmesi hiç de zor değil. Belli günler, belli alanlar halka açılabilir. Ordu da asker de halkın içinden gelen kişiler… halk zaten kendileri… kendilerinden neden bu kadar korkuyor ve kaçıyorlar ki!… Askeri tesislerdeki hizmetlerin, evlerinden asker ocağına vatan savunması için gönderilip de köpek gezdirmeye, patates soymaya, tuvalet temizlemeye, saç kesmeye, getir-götüre terkedilmiş, eline bir kez olsun silah almadan askerliğini bitirip evine dönmüş kişilerin gönülsüz, zoraki hizmetlerindense.. bu işi para karşılığı yapan emekçiler tarafından yapılmasını doğru buluyorum. Bu konuda bir aksaklık ve düzensizlik varsa hata sistemde değil, sistemin uygulayıcılarında, standart koyucularında ve denetleyicilerindedir. Yani özelleştirmenin kendisini değil de özelleştirme kapsamındaki ve sonucundaki işleyişi sağlayanların yeterliliğini/yetersizliğini sorgulamak daha doğru olacaktır. Bu mekanizma da hiyerarşide en üstlerde yer alınca hükmedecek makam da pek bulunamaz zaten… Belki de bundan csaretle işini savsaklayan birileri… böyle görülsün, böyle sanılsın istemekte! Bununla birlikte, askeri tesislerdeki harcamalar (özelleştirme öncesi) halkın vergileri ile hesapsızca yapılmaktaydı. Şöyle ki; lokantaya girecek ürünün en kalitelisi, en iyisi seçilmekte buna karşın satış fiyatları en uygun, en hesaplı olarak düzenlenmekteydi. (Pahalıya alıp ucuza satmak devleti zarara uğratıyordu.) Bu da işletmenin zararına sebep olma pahasına sosyal tesislere gelen asker ve ailelerinin memnuniyetini önceliyordu. Yani bizler memnun kalalım diye devlete yük ve kambur olmuş olan bu sistem, halktan aldığı vergilere rağmen halka değil de küçük bir azınlığa hizmet eden ayrıcalıklı, imtiyazlı alanlar oluşturmuştu. Özelleştirme bir yerde bu ayrımcılığın önüne geçti… kar amacı güttüğü için de iyi bir hizmet karşılığında da iyi bir kazanç beklemesi çok normal. Dolayısıyla fiyatların “ucuz”luktan çıkmış olması, satış standlarında daha az yemek çeşiti vb. bulunması fütursuz israfın ve hesapsızlığın da önüne geçilmiş olduğunun bir göstergesi. Malum düne kadar çöp konteynırları ağzına dek yemekle dolu olan tek ve yegane kurum askeriye idi. Bugün özelleştirilen alanlarda ne devletin parası fütursuzca harcanabiliyor, ne de “devletin malı deniz, yemeyen …….” felsefesi güdülebiliyor. Tabii bunu görebilmek egosuz, barışçıl, hakkaniyetli bir bakış açısı gerektiriyor! İçinde bulunduğu çemberden çıkıp çok boyutlu baktığında, her insanın “doğru”yu ve “olması gereken”i görebileceğinden hiç şüphem yok. Yeter ki görmek isteyelim!

  5. neslice tarifler dedi ki:

    Önerileriniz için teşekkür ederim. Evet askeri hiyerarşiyi doğduğum andan itibaren yaşamış ve görmüş biriyim. Babam astsubay, abim subay. Ast subayla üst subay arasındaki hiyerarşinin nasıl olduğunu da gayet iyi biliyorum. Hiyerarşiyi şekilcilik ve pespaye bir ayrım ögesi olarak da görmüyorum. Ben, mensubu olmadığım bir kurumun sosyal tesisinden faydalanamazken, askeri tesislerden günümüzde herkes faydalanıyor zaten. Ayrıca halktan oluşan askeriyenin halktan korktuğunu zannetmiyorum. Ama terör var oldukça halkın halktan korkması baki kalacaktır.
    Askeriyedeki mantıksızlıklar başka bir tartışma konusu. Ona bakarsanız ömrü hayatında sadece acemi birliğinde silah gören çocukları güneydoğuya gönderip vatan savunmasına katmak da ayrı bir ironi.
    Eğer bir ayrım yapılacaksa vatanseverler ve bölücüler olarak yapılmalı. Hiyerarşi her toplumda, kurumda, ailede bile var zaten. Önemli olan ezmeden ve ezilmeden yaşamak.
    Hoşça kalın..

  6. rusyena dedi ki:

    Merhaba yeniden… burada askeri kurum söze konu olunca konuşulanlar dar alanda kaldı belki… Eşitlik ve adalet, beraberinde de ayrı-gayrısızlık her kurumun meselesi olmalı tabii ki… “Korku” kavramı altı pek çok şeyle dodurulabilecek denli geniş bir kavram… Bugün, emekli olup sivil hayatla ilişki kuramamış üst-subayların kopukluklarını dahi bu kavramın içine almak pek mümkün… İmtiyazlanma, izole olma ve soyutlanma çabaları, dışlama, soyutlama, yok sayma gibi anlamsız sebepleri getirdi beraberinde… bunları korkaklığın dışında tutmak yanlış olur…İki silah eğitimi ile teröristlerin önüne sürülmüş zavallı mehmetciğin halinde tabii ki sizinle hemfikirim… paralı ve gönüllü askerliği bu yüzden sonuna dek destekliyorum… Nitekim artık profesyonel askerlik dönemindeyiz ve bu söylediklerimiz yok… terör bölgesinde savaşan askerlerin hepsi mmaşlı subay-astsubay, uzman erbaş ve sözleşmeli personel… Terör konusunda da alınması gereken uzun bir yol var… temkinli ve dikkatli olmak asıl olmalı… Ama bir Aksaz’da, bir Karpuzkaldıran’da, bir Ilıksu’da, Özdere’de, Erdek’de (tek sebep terörse eğer) kaynaşmanın ilk adımları atılabilir… zira teröre en uzak bölgeler buralar neredeyse… Hiyerarşi görevlerde olur… iş ve sorumluluk paylaşımlarında olur… sosyal ilişkilerde hiyerarşi olmaz… kamplar sosyal tesislerdir, kampa gelenler sınıfsal bir hiyerarşiye tabii tutulamaz. Bu durum gözardı ediliyorsa ezme de ezilme de varlığını sürdürmeye mahkumdur!
    Gönlünüzce, keyifli bir tatil diliyorum…

  7. Ferda dedi ki:

    Ilıksuyu özledim diyip resimlerine bakarken yazınız dikkatimi çekti zevkle hem okuyup hem resimlerine bakarken kamp ateşinin resminde eşim kızım ve kendimi gördüm ordaki 3 ayım aklıma geldi eşimin orda görev yapmasından dolayı yazı orda geçirdik sıkıldım dediğim yeri özler oldum kesinlikle gidilmesi gereken bir yer geceleri domuz sürüleri olmasa daha güzel olacak gece gezmeleri ama

  8. rusyena dedi ki:

    arkada pembe tişörtlü olan mısınız?… çok eğlenmiştik o akşam… hiç tanımadığım bir hanımla karşılıklı kurtlarımızı dökmüştük…. 🙂 dinlenmek, gönlünce keyifli bir tatil geçirmek adına harika bir yer… ilk kez gittik ama çok sevdik… hele ki siz üç ay gibi uzun bir süre geçirmişsiniz daha alışmışsınızdır… sıkılmanız da bundan olsa gerek… en güzel şey bile rutine bağlayıp monotonlaştı mı sıkılmak kaçınılmaz oluyor… domuz sürülerini duymuştum ama hiç rast gelmedik…

  9. Ferda dedi ki:

    Ewet pembeli olan benim ben kamp açılmadan gitmiştim o dönemde baya sıkılmıştım kamp açıldığında ilk gelenler sizdiniz ve gerçekten o dönemdeki bayanlar çok çok tatlıydı inşallah bakalım bu yaz ordan 3 kişi ayrılmıştık yaza oraya gitmeyi düşünüyoruz :)4 kişi olarak denizi havası arkadaşlığı güzeldi bu arada iyiki domuz sürülerini görmemişsiniz onlar alışmış hiçbir tepki vermiyorlar ama bizler ürperiyoruz

  10. rusyena dedi ki:

    Eşimin işi nedeniyle ramazana denk gelen dönemleri tercih ediyoruz… bu yıl puanımız yeterse yine geliriz belki… denk gelirsek tanışmayı da çok isterim… plajın sağ kıyısında sıcak su akıntısı olan kuytuyu bilirsiniz, o küçücük yerde ne çok ahbaplıklar kuruluyor… 🙂 kamptaki çok kişi ile orada tanıştık… 🙂 şimdiden iyi tatiller diliyorum… gönlünüze, keyifli bir anı tazeleme olur dilerim…

  11. Ferda dedi ki:

    Tşk ederim umarım karşılaşırız o yere hiç gidemedim yengeç dolayısıyla 🙂 görüşmek üzere

  12. Süleyman Ertem dedi ki:

    Merhabalar, yazınızı beğenerek, keyifle okudum. Deneyimlerinizi gayet güzel bir anlatımla paylaşmışsınız. Ancak dipnot kısmındaki görüşlerinize katılmıyorum. Sivil halkın istifade edeceği restoran, konaklama, kafe, kamp tarzı sayısız yer var, bırakın askerî alanlar da askerlere ait olsun… Bunu da sınıfsal ayrım olarak görmüyorum, saygılar.

  13. rusyena dedi ki:

    Merhaba… Yorumunuz için teşekkür ederim… Yetkim olmadığı için “bırakın” kısmını ifade özgürlüğüme bir dayatma olarak gördüm. Bırakın ben de özgürce bu şekilde düşüneyim. Bu da benim hakkım. Öte yandan içiniz rahat olsun, yetkiyi elinde bulunduranların içinde benim gibi düşünenler yok ki tüm bu tesisler hala sizlerin istekleri doğrultusunda bir avuç azınlığa hizmet ediyor. Yakın zamana dek kendi iç hiyerarşilerinde dahi “alt”larına pek çok imkanı çok görenler, tüm ayrıcalıklar kendilerine olsun isteyenler, bu imkanların bir de halka açılmasına kolay kolay izin vermeyeceklerdir. Yani bu düzen böyle daha çooook gider. Benimkisi (benim için olmasa da) realizm adına ütopik bir istek, benim gibi düşünenler de numunelik… Farkındayım.

  14. Zekeriya Pekşahin dedi ki:

    Doyurucu anlatımını için teşekkür ederim. Subay, astsubay-emekli, çalışan ayrımı yapmadan herkes yararlanabiliyor mu? Bu kamp Deniz K.K.lığına mı bağlı? Teşekkürler.

  15. rusyena dedi ki:

    Evet Deniz K.K.lığına bağlı. Karacılar da yaralanabiliyor. Muvazzaf ve emekli tüm subay-astsubaylar puanları elverdiği takdirde tercih ettikleri dönemlerde kalabiliyorlar. Pandemi dolayısı ile değişiklikler ya da ertelemeler olmuş olabilir. Bu konuda doğrudan kamp yetkililerinden bilgi alabilirsiniz.

  16. Levent Ermiş dedi ki:

    Askerliğim süresince sahil güvenlikte özel görev almıştım Cankurtaran olarak çok güzel bir yer

Yorum bırakın