Ezber bozan şeyler -4 (Arap nefretinin altında yatan şey islam düşmanlığıdır!) 

Bloguma ne olmuş bilmiyorum. Kağnıya benzemiş diyeceğim ama kağnı da yavaş hareket etse de eylemini gerçekleştiriyor sonuçta. Blogum ise o kağnının ağır ağır kendi etrafında dönüp hiç bir sonuca ulaşamayan hali gibi. Post yazmak için tıklıyorum açılan boş sayfa sanki her an yüklenecekmiş gibi dakikalarca öyle boş boş bekleyip duruyor. Sayfanın yüklenmekte olduğunu gösteren minik yuvarlak ok da dönüp dönüp duruyor. Ama 10 – 15 dk. beklediğim, sayfayı defalarca refresh yapıp yeniden yeniden denediğim zamanlarda dahi yükleme tamamlanamadı hiç bir şekilde. 2023 sonu yapmak istediğim aydökümlerimi ve yıldökümümü de yapamadım bu yüzden. Az önce bir kez daha deneyeyim dediğimde yine upuzun bir bekleyişten sonra yaptığım refreshle kağnı hızında da olsa post yazma sayfası açılınca hazır açılmışken az önce izleyip de “bu videoyu keşke herkes izlese, dinlese” dediğim videoyu paylaşmak geldi içimden. Bu ağırlık yalnızca post hazırlama sayfasında yok, blogumun tamamında var. Gelen mesajları açmıyor, takip ettiğim blogların güncel postlarını gördüğüm sayfayı açmıyor, yönetim panelini açmıyor. Anasayfa dahi geç açılıyor. Anasayfa açılıdığında da herhangi bir linke tıklayıp blogdan bir başka sayfa açmak istediğimde bu kez ikinci sayfayı açmıyor. Beter bişey oldu.

Sebebini bilmemekle birlikte, komplo teorisyenliğine soyunup tuhaf sebepler aramaktansa bunun teknik bir durum olduğunu düşünüyorum. Bu bana daha mantıklı geliyor. Bununla birlikte dünyanın mantık üzerine işlemediği gerçeğini de aklımın bir kenarında tutmaya devam ediyor ve bu problemi zamana bırakıyorum. Umarım kendiliğinden geldiği gibi yine kendiliğinden çekip gider.

Hazır post girebiliyor iken bu sabah izlediğim videoyu paylaşayım sizlerle. Videonun başlığını bu postun başlığı yaptım. Ben de aynı kanıdayım ve hatırlarsanız, o ırkçı neonazi parti ülkemizde palazlanmaya başladığında uzun uzun yazıp Suriyeli nefretinin arkasındaki şeyin sünni islam düşmanlığı olduğundan söz etmiştim. O günlerden sonra bazı başka siyasetçiler tarafından da açık açık dile getirilen bu nefretin odağı zamanla Suriyelilerden de genişletilerek tüm araplara kadar getirildi. (Arap nefreti yeni değil, yüz yıldır var ama tv kanallarında, basılı yayınlarda, sosyal medyada vb. bu kadar açık açık ve uluorta söylenmiyordu.) Şimdi artık aşikar bir arap nefreti var ve bu nefretin asıl amacı islam ve müslüman nefreti. İslama, müslümanlara, peygamberimize, kuranı kerime nefretlerini kusmaya korkanlar, bu nefreti araplar üzerinden kusuyorlar. Örneğin en son yaşadığımız tevhid sancağı olayı. Üzerinde “la ilahe illallah muhammeden rasulullah” yazılı olan islami bir sancağı kah arap bayrağı, kah hilafet bayrağı şeklinde konumlandırarak aslında islamdan duydukları rahatsızlığı ve temelde de islam düşmanlığını kamufle etmeye çalıştılar. Çünkü onlar sünni islamı sembolize eden her şeyden rahatsızlar. Ama sorsan senden benden daha Türkler ve hatta çoğu da “elhamdülillah” müslüman! (Yersen!)

Bu videoyu dinlemek bu yüzden önemli… En azından arap nefreti çatısı altında birleşerek birilerinin kirli emellerine alet olmamayı tercih etme yolunda olan birilerine kılavuz olur belki. (İnşallah!)

Not: Anlatım bozukluklarımı görmezden gelin… Kalkıp kalkıp oturmalı bir post oldu. Kalktıkça koptum yazdıklarımdan. 🙂

dobra dobra içinde yayınlandı | 1 Yorum

Çok çok şaşkınım

İnsanların çift yaratıldığı söylenir hep. Az önce bu videoya denk gelip bir süre şaşkın şaşkın bakakaldıktan sonra -kendime gelmeyi başararak- bu sözü ben de teyit ettim. Rahmetli Gülşen ablama o kadar çok benziyor ki… çok çok şaşkınım… Burun daha ufak, kaşlar daha ince ve gözler de ela olsa ayırt etmek mümkün olmayacak. Hatta salt ablam değil, kızından da izler var… ses, mimikler vb. Gerçekten şaşkınım.

Blogumda kalsın istedim…

dobra dobra içinde yayınlandı | 1 Yorum

Threads de yenilik…

Yalnızca telefon uygulaması ile gönderi paylaşmak mümkün olan Threads pc den de gönderi paylaşmayı açtı ve pc de önceleri sadece son 25 gönderiyi görebiliyor iken şimdi artık ilk gönderiye kadar gidip tamamını görebiliyoruz. Henüz 7 haftadır kullanmama rağmen ilk gönderilerime gidince nostalji yaşadım. 🙂 Bu kadar kısa sürede bile paylaştığım bazı şeyler zihnimde saklanmış, görünce hatırlamak hoş oldu. Hatırlayınca o paylaşımı yaptığım esnadaki yaşadıklarımı, hissettiklerimi, yaptıklarımı vesaireyi de hatırladım, severim bellek tazelemeleri, flashback leri… 🙂 Hele de hatırlanmak üzere not düşülesi şeylerse, yeniden yeniden görebilmeyi daha da çok severim. 🙂

Bir de ben kullandığım her sosyal medya uygulamasında aynı şeyleri paylaşmıyorum, blogumu okuyanlar başka şeyler görüyorlar, instagramımı takip edenler başka şeyler, threads de öyle… İnstagramın anne-baba bir kardeşi olsa da instagramdaki paylaşımlarımı alıp Threads e taşımıyorum. Her platform Ruşi den ayrı ayrı izler, sesler taşıyor. Hepsinde takipçilerim de beni takip edenler de (belli bir kitle hariç) başka başka kişiler oluyor. Seviyorum bu çoklu ve karnavalesk etkileşimleri… 🙂

Hasılı, Threads e gelen yenilikler Threads e iyi gelmekle kalmamış bana da iyi geldi. Bazı şeyleri telefon ekranında görüp okumaktansa pc nin geniş ekranında görüp okumak bazı durumlarda çok daha keyifli ve daha verimli. Buna fırsat vermeleri iyi olmuş.

Bu da threads web adresim: https://www.threads.net/@rushy_ena

Threads e üye olmak için uygulamayı telefonuma indirip, instagram kullanıcı bilgilerimle otomatikman üye olmuştum. Pc de web üzerinden doğrudan üyelik oluyor mu bilmiyorum. Belki üye olmadan instagram kullanıcı bilgileri ile girmek mümkündür. Belki yeniden üyelik istiyordur. Belki yine en önce telefona uygulamayı indirip oradan üyeliği gerçekleştirmek gerekiyordur. Üyelikle ilgili işleyiş değişti mi bilmiyorum. Deneyerek sonuca ulaşılabilinir.

Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Threads bloglarımın pabucunu dama atar mı?

Zuckerberg’in yeni uygulaması Threads i duymayan kaldı mı? Sosyal medyada reklamını yapıp yapıp iki gün içinde milyonlarca instagram kullanıcısını şıp diye yeni bir mecraya kaydettirdiği yeni uygulaması. Twitter ın pabucunu dama atacağı varsayılan uygulaması. Hem de twitterda bot hesaplar, troller gırla giderken burasının siyasetten uzak kalıp daha nezih olacağı iddia edilen uygulaması.

Ben ilk gece hemencecik atlamayıp ertesi sabahı beklesem de dünya üzerinde kırk milyon beş yüz altmış sekiz bin altı yüz otuz sekizinci kullanıcı olarak girdim kapısından. Elon Musk’ın çocuğuna rakamlı harfli tuhaf bir kod numarası gibi isim vermesinden sonra bu uygulama ile bizlere bu numaraların verilmesi komplo teorisyenlerinin hayli ilgi alanına girip pek renkli tezler türettiler ise de ben bu iddiaların doğruluk/yanlışlık değerlendirmesini zamana bırakıp uygulamanın tadını çıkarmaya koyuldum. Zira bu uygulama bana öyle iddia edildiği gibi twitter a benzerliğinden çok mini bir blog havasındaymış gibi geldi. Zaten blog yazmayı da sevdiğim için “ben bunu anlık – günlük gibi kullanırım” diyerek kalbi bağımı da kurdum hemencecik.

Tamam instagramın anlık-günlük paylaşımlara fırsat vermesi çok güzel, hatta hikayelerde dilediğin kadar gönderiyi peşi peşine paylaşman da çok güzel de, o hikayelerde resimlerin üzerine uzun uzun, dolu dolu şeyler yazamamak, hikyelerini öne çıkarıp sabitlesen de bir süre sonra hikayelerin klasörlere tıkıştırılmış hali ve bir hikayeye ulaşmak için o klasördeki daha önce sakladığın tüm hikayelere bakmak zorunda kalmak gibi sıkıntılı yönler hiç hoş değil. İşte bu uygulamada paylaştığın yazılar ayrı yerde, resimler ayrı yerde. Karakter sayısı 500 le sınırlı ama gönderinin altına dilediğin kadar 500 karakterli yeni yeni eklemeler yapabiliyorsun. Üstelik paylaştığın video ya da resim yazısız paylaşıldığı için görüntü daha hoş ve bütünlüğü korunmuş oluyor. Ayrıca blog yazmak çok zaman alan, teferruatlı bir iş. Dolayısıyla ger gün blog postu yazmak geniş geniş zamanlar istiyor. Bu zaman okurdan da isteniyor. Okurun da geniş geniş zamanı olması gerek ki uzun uzun paylaşımları rahat rahat okuyabilsin. Oysa bu uygulamada anlık şeyleri kısacık paylaşıp yazılma ve okunma süreçlerini en fazla birkaç dakikayla sınırlayabiliyorsun.

Threadsi kullanmaya başlayalı neredeyse beşinci haftayı doldurmak üzereyim şu ana dek 110 civarı paylaşım yaptım. Hiç biri için de oturup ön hazırlık yapmadım. O an içimden ne geldi ise, anlık paylaşımlar. Çoğuna da fotoğraf, resim ve video ekledim. Çoğu zaten anlık şipşak çekimler, bazıları da yapayzekaya yaptırıp bari burada işe yarasınlar diyerek pc den şipşak bluetooth la telefonuma aktardıklarım.

Threads i twitter gibi kullananlar var. Kimileri laf sokma amaçlı, kimileri akıl satma, kimileri bilgi yayma, kimileri içini dökme… Artık kişinin zihin ve düşün dünyasında ne varsa… Çünkü Threads instagram gibi sahip olunan şeyleri ya da el becerilerini teşhir etme ya da gösterme yerinden çok beynimizde ne varsa onları ortaya döktüğümüz bir yer. Bir nevi zihin aktarımı. Ben de hakkımı daha çok beynimin günlük yaşamla ilgili aktarımlarını kayıt altına almaktan yana kullandım. Bazen de doğrudan düşün dünyamdan bir şeyler de orada olmak istiyor, onları da döküldüğüm oluyor. Hasılı blog yazmayı zeven bana Threads çok iyi geldi ve her gün daha da iyi geliyor.

Oysa instagrama alışkın çok kişi buradaki ıssızlıktan ve oradan gelmiş olmakla oranın havasını burada bulamamaktan sıkılıp kendini geri çekti ama söyleyecek şeyi olan, zihin aktarımı adına paylaşacak bilgisi-fikri-düşüncesi olan kişiler için gayet güzel bir platform. İnstagram aracılığıyla sahip olduklarımızı, evlerimizi, eşyalarımızı, yediğimizi, içtiğimizi, aldığımızı, satttığımızı, giydiğimizi, gezdiğimizi, yaptığımızı, ettiğimizi vesaire çok paylaştık, gösterdik, görmeyenlerin gözlerine soka soka gösterdik, ama artık şahsen ben insanların dışlarını/dışlarındakileri görmekten sıkıldım, biraz da içimizi/ aklımızı/ zihnimizi/ kalbimizi/ fikirlerimizi/ hislerimizi/ düşüncelerimizi/ ilgilerimizi/ bilgilerimizi vesaire paylaşalım. Düşün dünyamı donatacak yeni fikirlere, bakış açımı geliştirecek yeni pencerelere hep açım, açığım. Threads herkesin kültürel, sanatsal, edebi, tarihi, siyasi, bilimsel gibi pek çok konuda kaliteli paylaşımlar yapabildiği bir platform olsun çok ama çok isterim. Bu kadar sosyal medya platformu içinde bloglar nasıl hâlâ kültürlenme, bilgilenme görevleri ile ilk sıralarda yer alıyorlarsa Threads de neden onun minyatürü-pratik versiyonu olmasın. Sonuçta bu tür platformlarda en çok hangi paylaşımlar rağbet görüyorsa diğer kullanıcılar da ona göre hareket ediyor. Threads in tiktok kadar ucuz ve banal, twitter kadar agresif ve düşmanca bir yer olması da bizim elimiz de, nitelikli bir arşiv, bir bilgi deposu, bir kütüphane, bir dağarcık vesaire olması da bizim elimizde. Elbette zaten internette olan bilgileri copy-paste yapacak değiliz ama o gün güzel bir şeye denk gelmişizdir, okumuşuzdur, izlemişizdir, görmüşüzdür, duymuşuzdur, öğrenmişizdir, birileri de haberdar olsun isteriz. Birbirimizin dünyasına nitelikli katkılarımız olur hiç olmazsa.

Threads bu tür kısa kısa paylaşımlara çok uygun. Threads bana göre mini bir blog.

Bu platfomda paylaşım yapmak şimdilik sadece telefondan mümkün. Aynı blog gibi tüm paylaşımlar alt alta. Tüm gönderileri aşağıya doğru inerek okuyabiliyor, görebiliyoruz. Ama pc de sınırlama getirmişler, (eğer kullanıcı hesabını gizli yapmamışsa) ancak son yirmi beş gönderisini görebiliyoruz. Dediğim gibi ben 110 civarı paylaşım yaptım bunun 85 kadarı pc de görünmüyor. Belki ileride pc deki web sürümünde de iyileştirmeler yapılır, oralardan da post girilebilir. Bu sanırım biraz da uygulamanın göreceği rağbete bağlı.

Neyse işte, ben Threads i gayet benimsedim ve kullanışlı buldum. Bloglarımın pabucunu dama atar mı? Atmasa bile sık sık o pabuçları saklayacağından adım gibi eminim. 🙂

Blogda paylaşabileceğim bazı şeyleri oraya şipşak not düşmeye başladım bile. Ve bunu yaparken blog yazdığım anlardaki keyfi alıyorum. 🙂 Bunlar saklanan pabuçların minik minik sinyalleri. 🙂

Blog yazmayı seven dostlar, e hadi siz de gelin!

dobra dobra içinde yayınlandı | , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Akbelen gerçeği ve ağaç meselesi

Mete Yarar tane tane anlatmış. Diğer konuşmacılardan meseleyi siyasi arenaya çekmek isteyenler olmuş. Yine de gerçekler olduğu gibi konuşulmuş. Aklımızdaki her sorunun cevabı bu videoda aslında.

O halde, bu videoyu izledikten sonra daha da ağaç mağaç diyenin ağzına terlikle vurun.

dobra dobra içinde yayınlandı | Yorum bırakın

oturup yazmaktansa buyrun dinleyin…

Blog yazmak zaman alıcı bir şey. Hele de meram anlatmaksa meselen, nerelerinden nasıl dem vuracağını tartıp düşünüp yazman gerek. Çünkü detay istiyor bu konular, örnekleme istiyor, lakin bunları yaparken de dağılmamak başka başka sulara kavuşmamak, karışmamak, savrulmamak istiyor. Bense bir konuya başladığımda çağrışımlarla oradan oraya geçişler yaparak bazen bağlamından uzaklaşabiliyor, epeyce bir yol katettikten sonra ana meseleye dönüp okurumu da şaşkına çevirebiliyorum, bazen de asıl şeyin üçünü beşini yazdı isem de birini ikisini de unutup, post yayınlandıktan sonra “ayy bak, şuna değinmemişim” diyerek eksikliğin eksikliğini hissederek kendime sinir olabiliyorum. Var böyle bir kaç yazım. Şunu neden yazmadım ki, öncesinde aklımdaydı, pc başına oturunca neden unuttum ki, diyerek söylendiğim olmadı değil.

Yine böyle bir meram anlatma haleti ruhiyesinde iken, esasen post yazmak için pek de geniş geniş zamanlarım yok iken niye yazmakla uğraşayım ki, bak adam ne güzel tane tane, kısa ve öz, en vurucu noktaları baz alarak anlatmış benim anlatmak istediğimi… dedim ve bu postu yazmaya karar verdim.

Hem bir çoğunuz farklı sesleri dinlemiyorsunuz ve sürekli aynı kanalları, aynı kişileri dinlediğiniz için de pek güzel ……………………………….sunuz… (Boşluğu siz doldurun, seçim öncesi anketlerde sizlere millet ittifakının %60 hatta %80 önde olduğunu, bu kez seçimi kazandıklarını söyleyen sevgili kanallarınız, kişileriniz sizlere ne yaptı ise, o fiil o boşluğa uygun gelecektir. Ben yazmayayım, ayıp olur!

Bakın işte yine dağıttım konuyu… Toparlayayım hemen…

Ülkemizin medarı iftiharı Selçuk Bayraktar için bir itibarsızlaştırma oparasyonu söz konusu… Yine birileri düğmeye bastı ve düğmenin ucundaki kişiler tek merkezden çıkma aslı astarı olmayan, kaynağı ispatlanmayan bir safsata haber ile Selçuk Bayraktar’ı küçültme derdinde. Bu vatansever gencecik adamı itibarsızlaştırayım derken kendilerini itibarsızlaştıran ve inanırlıklarını yok ettiren bu zihniyeti oturup bloguma yazayım diye dolmuş iken, aşağıdaki videoya denk geldim. Baştan sona dek dinlediğimde “hah işte benim de dile getirmek istediğim noktalar” cümlemdeki noktalardan daha da fazlasını bulduğum videoyu sizlerle de paylaşmak istiyorum. Gerçeklik algınızı başkalarına teslim etmeyin. İzleyin, elinizde başka bir bakış açısı daha olsun. Gerçeği kendi kendinize inşa edin. Aklımız, zekamız başkalarından az mı da başkalarınınkini kullanıp duralım. Allaha şükür, bizde de akıl var, zeka var, siyasi fanatikliğimizden sıyrıldığımızda aklımız da zekamız da bize en güzel yar!

Bir de Akbelen üzerinden şu günlerde bir Gezi yavrusu türetmek için çabalayan, didinen bir güruh var. Yazık oradaki zavallı köy halkını da kullanıyorlar. Gezi’de de gerçekten ağaç için orada bulunan bir kaç temiz kalpli genci kullanıp bu ülkenin ekonomisine büyük ve derin yaralar açanlar gibi. Gezi ekonomik yangını, ardından pandemi, fırsat bu fırsat diyerek market sahiplerinin halen devam eden fahiş fiyat zamları, ardından 11 ilde meydana gelen depremin yaralarının sarılma bilançosu, araya sıkıştırılmak zorunda kalınan eyt kangreni, marketlerin işbirliği ile başlayan zamların ticaretin her alanına sirayet etmesi, dolayısıyla kira zamlarının zincire bir halka olarak eklenmesi, ev fiyatlarının uçması, geldimiz noktada devletin de zam seçeneğine muhtaç kalması, petrol başta olmak üzere yabancı ülkelerden ithal ettiğimiz pek çok ürünün fiyatının artması, bazı ürünlerin lüks tüketim ürünü kategorisine geçerek rekor fiyatlara yükselmesi… bu ülke iyi dayandı, iyi dayanıyor vallahi.

Öte yandan, Akbelen mevzuuna yeniden dönecek olursak… Blog takipçilerim biliyor artık, ben sürekli kırlardayım. Yaşadığım coğrafya küçücük bir yarımada. Burada bile o kadar çok ağaç kesiliyor ki, yılın belli zamanları her yerlerde sıra sıra dizili ağaç tomrukları… Çünkü zaten kesilmeleri gerekli. Çünkü onlar kağıt ve mobilya sanayi başta olmak üzere endüstriyel amaçlı kesilmeleri için yetiştirilen ağaçlar. Çoğu da kızılçam. Tıpkı Akbelen’de yaygarası yapılan çam ağaçları gibi. Kırlarda ağaç tomrukları ya da rast gelirsem ağaç kesim işlemleri görüyorum da peki gencecik ağaçlar, yeni dikilmiş ormanlar görmüyor muyum? Orman Bakanlığı kesilen her ağacın öncesinde zaten yedeklerini fazla fazla dikiyor. O kesilenlerin yerine devlet adına yine dikiyor. Yani anlaşılacağı üzere Akbelen’deki de ağaç mağaç meselesi değil. Kendilerine yapılacak olan şeylerle ilgili bilgilendirme yapılmadığı için ağaçların ve kesildikleri alanın başına kötü şeyler geleceğini düşünen iyi niyetli bir kaç köylü dışında, geri kalanı fırsatçı, durumdan kendine vazife çıkarıcı. Malum seçim öncesi seçmenini doğru olmayan anket sonuçları ile manipüle eden ve seçimi kaybeden bir taraf var. Bu tarafın, kendisiyle arasını açmış ve kendisine kızgın-kırgın olan seçmenini yeniden bir ülkü etrafında toplayıp yeniden yakınına alması gerek. Hah işte Akbelen de onlar için şimdilik biçilmiş kaftan. Şovlarını yapıp yapıp sonra da sosyal medyaya girerek hükümete çakmaktan öte bir fikirleri, bir eylemleri yok. Madem derdiniz ağaç, e o zaman o yeraltı kaynakları çıkarıldıktan sonra ağaç dikilmiş mi dikilmemiş mi, dikilmemişse o gün yapın yapacağınızı. Bu saçma sapan haller de ne? Neyin yaygarası bu? O jandarmanın peşinden koşup milletvekilliği zırhına güvenerek arkasından laf saymalar… Popülist ve ucuz şovmenlik! Bu cenahın anlı şanlı profesörleri1915 Çanakkale köprümüz yapılmadan önce neler neler zırvalıyorlardı. Yok efendim, köprünün ayakları denizin içinde gölge yapınca balıklar o gölgeleri duvar sanıp geri döneceklermiş de, balıkların faunaları bozulacakmış da, nesilleri yok olacakmış, falan filan… Hani, yıllardır o ayaklar denizin içinde ve balıkların dünyasında hiç bir değişiklik yok! Bizler bu yaygaracılara prim verdiğimiz sürece zırvalarının da şovmenliklerinin de sonu gelmez. O zaman oturup başka bakış açılarına da kulak kesilmek gerek. Tabii siyasi fanatikliği bir kenara bırakarak…

İşte buyrun bir de bu pencereden bakın… (Benim söylemek istediklerimin kat kat fazlasını derlemiş toplamış, layıkıyla peşi peşine sıralamış… Bunu da not düşeyim. )

dobra dobra içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Nisan – Mayıs – Haziran – Temmuz 2023 – Aydöküm

Henüz Temmuz bitmemiş olsa da fırsat bulmuşken ertelene ertelene kartopu gibi büyüyen dört aylık dökümümü yapıp sorumluluğumu yerine getirmenin hazzıyla dolayım ve dolaşayım bari. 🙂 Öncesinde oturup -adet olduğu üzere- bu dört aylık geçmiş sürecin kısa bir dökümünü de yapmam gerek ama oralara girersem bu postu bitiremem belki. Bir de öyle sürünmesin.

İzlediğim – okuduğum şeyleri aylara göre sınıflandırıp not almadığım için bu post zannettiğimden daha çabuk bitecek görünüyor. Çünkü bu kez hepsini aylara göre ayrı ayrı değil, bir arada istiflemişim. Belki frameby a ya da 1000kitap a eklediğim tarihler üzerinden hepsini tek tek ayrıştırabilir, hangi ay ne okuduğumu-ne izlediğimi belirleyebilirim ama kalkıp buna da zaman ayırarak bu postun tamamlanamama riskini göze alamayacağım. Oralara da sadece şimdilerde izlediklerimi-okuduklarımı eklemiyorum, arada aklıma daha önce izlediklerim ve okuduklarım geliyor onları da ekliyorum. Dolayısıyla oralardaki okuma ve izleme dökümüm belli bir zaman düzleminde ilerlemiyor, flashbacklerle dolu. 🙂 Uğraşı ister, zaman ister. Enerjimi ve zamanımı daha başka şeylere harcamak istiyorum. İşte böyleyken böyle…

Başlasın o zaman dört aylık şipşak döküm… 🙂

İzlediğim filmler:

___ The Joneses (Örnek Aile) (2009)

___ Austenland (Austen Diyarı) (2013)

___ Midsommar (Ritüel) (2019) (Şurada detaylı bir krtiğini yapmıştım.)

___ Mothering Sunday (Annelerin Kutsal Pazarı) (2021) (Graham Swift’in aynı adlı romanından uyarlanmış. Elimde pdf i vardı. Filmden önce kitabı okudum, sonra filmi izledim. Farklılıklar olsa da ikisi birbirini besledi ve her ikisinde de edebi ve sanatsal açıdan hem farklı tatlar buldum, hem daha detaylı çıkarımlar yaptım. Okumalı-izlemeli yolculukları seviyorum. 🙂 )

___ The Electrical Life of Louis Wain (Louis Wain’in Renkli Dünyası) (2020)

___ Gattaca (1997)

.

İzlediğim diziler:

___ Black Mirror (2011 – …) (İlk beş sezonu çok önce izlemiştim. Bu kez 6. sezonu izledim.)

___ Mrs. Wilson (2018) (Üç bölümlük mini dizi)

___ The Adventures of Tintin (Tenten’in Maceraları) (1991-1992) (İlk sezondan 10 bölüm izledim.)

İzlediğim belgeseller:

___ Anadolu’da Konutun Öyküsü (1984) (2 bölüm)

___ Otel odaları / Bir Valize Sığan Hayatlar (2007) (3 bölüm)

(Yukarıdaki konut belgesellerini ve otel odaları ile ilgili belgeselleri, yazmakta olduğum bir öyküye gerçekçi bir mekan kurgulamak amacıyla döküman tararken denk geldim. Hüzünlü ama gerçek görüntüler, hani olur da yaşamlarınızı, evlerinizi beğenmeyip hayatı kendinize zindan edecek bir boyuta gelecek olursanız ya da çevrenizde o boyuta gelen birileri olursa (ki sosyal medya, özellikle instagram bu duyguyu ateşlemekle ve o ateşin sönmemesi için de daima körüklemekle meşgul) bu belgeselleri oturup bir izleyin, izlettirin. )

___ What is a woman (2022) (Herkes mutlaka izlemeli)

___ Sanayi Devrimi (6 bölüm)

___ Rişvan Aşireti’nin Yolculuğu (TRT AVAZ Arşivi) (7 bölüm)

____ Rişvan Aşireti ile ilgili TRT AVAZ arşivindeki diğer belgeseller (16 bölüm)

(Rişvan Aşireti ile ilgili bu 23 belgeseli atalarımı daha iyi tanımak için izledim. Baba tarafım Türkmen ve Halikanlı Aşiretinden geliyor. Halikanlılar da büyük bir konfederasyon aşiret olan Rişvan Aşiretinin bir kolu. Diğer başka kollarla birlikte bu büyük konfederasyona bağlanmışlar ve konar göçerlikten yerleşik hayata geçinceye dek birlikte hareket etmişler. Orta Asya’dan kopup kopup gelen Oğuz Türkleri moğolların, bizansların ve hatta diğer başka Türk boylarının saldırılarına karşı güçlü bir şekilde direnebilmek adına çoğalarak, güç birliği yaparak, birbirlerini kollayarak hayatta kalabilmiş, kimliklerini ve kültürlerini ancak koruyabilmişler. Halikanlılar konup konup göçerken Anadolu’ya tek seferde girmemiş. Bazıları Irak’ta Erbil civarında, bazıları İran Horasan’da kalmış, bazıları ise daha sonradan kışlak olarak kondukları Suriye Şam civarında kalmış. Yazlak ve Kışlak dönemlerinde yazlak alanları Niğde civarı imiş. Konakladıklarında çadır miktarı en çok olan aşiret Rişvan (konfederasyonu) aşireti imiş, çadırların ucu bucağı görünmezmiş. Anadolu’ya gelmeyenler bulundukları yerin dilini, kültürünü, inancını almış. Oralarda kalıp Anadolu’ya hiç gelmeyen Halikanlılar da var, peyderpey gelen Halikanlılar da var. Baba tarafımın oymağı uzun bir yaylak-kışlak sürecinden sonra yasalar yoluyla iskan edilip Adıyaman Besni’ye getirilip Söğütlü köyüne yerleştirilmiş. Sonra oradan da büyük büyük dedelerim (400 yıl öncesine dayanıyor) Kilis’e gelip yeni bir köy kurmuş adına yine Söğütlü demişler. Ermeni yazar Sevan Nişanyan -asıl amacı kürt aşiretlerinin yerleştiği alanları ve ermeni topraklarını tespit etmek iken ve bazı köyleri kürt aşiretlere mal etmek ister gibi görünür iken- aşiretlerle ilgili hazırladığı haritalarda babamın köyünü Türkmen köyü olarak gösterir. Ama köyü kuran aşiretlerden hiç söz etmez. O haritada çoğu yer Türkmen yerleşim yeri diye adlandırılır ama her ne hikmetse bu Türkmenler hangi aşiretten, hangi boydan, hangi soydan açıklanmaz! Çünkü Halikanlıları, Rişvanları ve daha pek çok aşireti salt kürtlermiş gibi göstermek isteyenler var. Bugün kürt Rişvanlar da var, alevi Türkmen Rişvanlar da var, sünni Türkmen Rişvanlar da var. Kürt Halikanlılar da var, alevi Türkmen Halikanlılar da var, sünni Türkmen Halikanlılar da var. Babamın soyundan gelenler Türkmen ve sünni Halikanlılar. Aşiret bireyleri birbirlerinden kopup ayrıldıkça dil, kültür ve inanç balkımından zamanla kendi içlerinde de ayrışmışlar. Her halükarda köklerimi tanımayı, bilmeyi seviyorum. Atalarım benim tarihi kimliğim. Ve böyle büyük ve kadim bir topluluğun bireyi olmaktan da onurluyum, gururluyum. 🙂 )

İzlediğim kısa filmler:

___ The Neighbour’s Window (Komşunun Penceresi) (2019)

___ Plastic Bag (Poşet) (2009)

___ New Boy (Yeni Çocuk) (2007)

___ Ruby

___ Pentecost

___ Big Ears (Büyük Kulaklar)

___ Bao

___ Love At First Sight (İlk Görüşte Aşk)

Okuduğum kitaplar:

___ Yolları Çatallanan Bahçe / Jorge Luis Borges (öykü)

___ Çerçialan / Gamze Arslan (öykü)

___ Modern Soslu Postmodern Makarna / Turhan Yıldırım (öykü)

___ Muhtelif Evhamlar Kitabı / Ömür İklim Demir (öykü)

___ Başka Aşklar / Ayşegül Devecioğlu (öykü)

___ Kış Uykusu / Ayşegül Devecioğlu (roman)

___ Annelerin Kutsal Pazarı / Graham Swift (roman)

___ Böğürtlen / Mehmet Rauf (roman)

___ Hisli Kirpi / İlhami Algör (roman)

___ Saatine Bakan Adam / Hilmi Yavuz (postmodern anlatı)

___ Büyük Sanatçıların Gizli Hayatları / Elizabeth Lunday (araştırma – inceleme)

aydöküm içinde yayınlandı | , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Lozan hezimet mi, zafer mi?

Bir Tv kanalında ülkemin anlı şanlı profesörü(!) Lozan Antlaşması için ‘bu toprakların bizim vatanımız olduğunu belgeleyen bir kanıttır’ türünde tuhaf cümleler kuruyor. Son derece şaşkınım. Sanki birileri lütfetmiş de bu ülkeyi sınırları dahilinde bize bağışlamış gibi.

Kadın kadın!

Bu topraklar bin yılı aşkındır zaten bizim. Birilerinin icazeti ile almadık. Sahip olduğumuz her bir karışında dedelerimizin kanı, canı var. Bugün göz koysunlar, bugün yine savunuruz. Ama bu birilerinin bu toprakları bize verdiği anlamına gelmez. Biz zaten kendi topraklarımıza sahibiz. Her koşulda yine sahip çıkarız.

Lozan güzellemesi yaparak kimse kendine övünç payesi devşirmesin. Anadolu insanı üzerine düşeni yapmış, sahip olduğu topraklara sahip çıkmaya devam etmiştir.

Varsa söyleyecek yüreğin o antlaşma ile düşmana teslim edilen Musul-Kerkük, Mısır, Sudan, Halep ve Ege adalarına dair gerçekleri söyle!

Lozan Antlaşmasını zafer gibi görmemizi isteyenler Lozan Antlaşması imzalanırken “verdik”, “feragat ettik”, “vazgeçtik”, “kabul ettik” gibi fillerin yalnızca bizim için neden kullanıldığını da bizlere açıklasınlar. Neden verdik? Neden vazgeçtik? Neden feragat ettik? Neden kabul ettik? Elin gavurunun elimizdeki Osmanlı topraklarını bir imza ile alıp bizi Anadolu coğrafyasına tıkıştırmasına neden razı geldik? Neydi sebep?

Anlı şanlı profesör teyzeler, amcalar(!) bu soruların cevaplarını da bize söyleyebilirler mi?

Sahi yukarıdaki haritanın sağ tarafındaki kız, bir Romalı kıyafetinin üzerine benim şanlı bayrağımı neden sarılmış? Ve elinde Romalıların kutsal defne yapraklı çelengi neden var? Bunları da biri bana açıklayabilir mi?

dobra dobra, Uncategorized içinde yayınlandı | 2 Yorum

Ezber bozan şeyler -3 (Amerika! Özgürlükler Ülkesi!)

Amerika her ne kadar iki parçalı kocaman bir kıtanın adı olsa da Amerika Birleşik Devletleri’ne kısaca Amerika deriz biz. Çocukluğumuzdan beri tv ekranlarıyla, sinemayla, kitaplarla, dergilerle ve şimdilerde de internet aracılığıyla Amerikan kültürünün cazip ve hoş yönlerine maruz bırakıldığımız için çoğumuzun hayallerinin ülkesidir. Çünkü Amerika denince akla “özgürlükler ülkesi” gelir. Bunu da bizim gibi ahlak kurallarının önemsendiği ülkelerde yaşayanlar özentiyle “yaaaa ne güzel, her şey serbet, istersen markete donla gir, istersen sokakta aşna fişna yap, kimse dönüp bakmaz” diyerek hayallerinin en pamuk köşesinde saklar.

Her haltın serbestliği anlamına getirilen özgürlük olgusu sınırlandırılmadığı zaman neler olabilir peki? Şu video bu sorunun cevaplarından yalnızca biri. Tek örnek olması ile bile kan dondurucu.Daha bunun gökkuşaklıların özgürlüğü gibi başka bir boyutu daha var. Oralara girmeden kısıtlı bir yerden bakmaya çalışarak bugün de Amerika’nın özgürlükler ülkesi oluşu ile ilgili ezberlerlerimize minik bir projektör tutalım.

Hadi diyelim… Oh ne güzel, öyle özgür öyle özgürler ki, ne halt yersen ye kimseler dönüp bakmıyor, ne cici ne güzel ne âlâ. Hadi yine diyelim… oldu da başına bir iş geldi, oldu da ölüp gebermek üzeresin, bir aman diyesin var, biri el uzatsa da bir tutunabilsem gibi son derece insani bir çaresizliğin var. E ama o insanın elini uzatması için dönüp önce sana bakması gerek. Oldu mu şimdi! Sınırsız özgürlüğün kodlandığı beyinlerde buna hiç yer kalmış mıydı? Ölüp gebermek üzeresin. Kime ne? Al sana özgürlük!

Kimgary’nin (Kim Gary mi acaba?) çektiği bu videolar Philadelphia’nın bir bölümü yalnızca. Pek çok eyaletin pek çok yerinde benzer yaşamları süren kişiler çok fazla ve günden güne de sayıları artmakta. Dediğim gibi bu örnek ise özgürlüğün sadece küçük bir bölümü, uyuşturucu ve homeless boyutundan kısa bir kesit. Daha diğer özgürlük alanlarına kapı açmadık bile! Belki bir gün oralara da gireriz. Bence girmeliyiz.

Amerika Amerika!

İşe yarayanları ekonomiye katkı sunduğu sürece koruyan kollayan

Yaramayanları ise ne halleri varsa görsünler diyerek özgürlükleri ile başbaşa bırakan

Amerika!

dobra dobra içinde yayınlandı | 4 Yorum

Hayat Bilgisi Dersleri 30 – “Aynı fotoğrafta birlikte gülümsemek”

Hayat bilgisi’lik ve kulağa küpelik paylaşımımı bugün Gülse Birsel’in kaleminden seçtim:

“Ege’de bir çarşıda dolaşıyorum. Girdiğim dükkâna, arkamdan kalabalık bir grup genç kız girdi. Sonra da fotoğraf çektirmek için bir sıra yaptılar. Selfie’ler çektiriyor ve “Dizi yap, onu yap, bunu yap, durmaa!” şeklinde talep ve azarlara maruz kalıyorum. Beni sokaktan gören kapalı bir hanım da girdi dükkâna. Yanıma geldi. Genç kız kalabalığından tam duyamadım ama “Fotoğraf çektiremeyeceğimiz için bari bir öpebilir miyim” gibi bir şey söyledi. “Tabii” dedim, sarıldık öpüştük. Ben o hanımın, üzerimde şort ve askılı bir üst olduğu için, hayat tarzı gereği benimle fotoğraf çektirmek istemediğini düşündüm! Meğer o da, kapalı olduğu için benim onunla fotoğraf çektirmek istemeyeceğimi sanmış! Dükkân sahibi, genç kız kalabalığından uzakta olduğundan, söylenenleri daha net duyduğu için o hanıma “Niye Gülse Hanım sizle fotoğraf çektirmek istemesin?” deyince karşılıklı durumu anladık! 

Yani, o kapalı hanımla şortlu bendeniz, sarılıp öpüşmekten gayet memnunuz ama ikimiz de diğerinin, kendi çevresine karşı bu samimiyetin hesabını veremeyeceğini düşünüyoruz! Üstelik, ikimiz de kibarlıkta öyle zirve yapmışız ki, bu durumu hoş görüyoruz! Durum anlaşıldıktan sonra “Estağfurullah, aşkolsun”lar ve “Allah razı olsun”lar havada uçuşurken, o coşkuyla sarılıp 27 poz filan verdik!


Yıllardır aynı şeyi düşünüyorum.

Başörtülü-başı açık çatışması dev bir balondur, altı boştur, gerçek hayatta karşılığı yoktur. Aksini savunanlar ve özellikle hem hayatta hem internet ortamında aksi durumu pompalayanlara şüpheyle bakarım. Trol veya bu çatışmadan çıkar devşirecek karışık tipler olduklarını düşünürüm. Bizi böyle önyargılı, böyle birbirinden çekinir hale getiren, aynı fotoğrafta birlikte gülümsememizi yıllarca engelleyen siyasetçiler, inşallah geceleri rahat uyumuyorsunuzdur!“*

Kişisel notum: Bizi bu hale getirenler salt siyasetçiler değil, aynı zamanda Kemalist teyzeler ve amcalar. Başını örten kişi onların nezdinde Kemalizm dininden çıkmış bir günahkar gibi. Kendi kendilerine bir din inşa etmişler ve bu topraklarda yaşayan herkesi o dinin müridi olarak görmek istiyorlar. Aksini icra eden tu kaka. Sorsanız kendilerine faşist kimdir diye, onlar şunlar bunlar der, asla kendilerine toz kondurmazlar.

.

* Gülse Birsel

hayat bilgisi içinde yayınlandı | 1 Yorum